‘Döner’ gelir bizim olur...

‘Döner’ gelir bizim olur...

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Türkiye-Almanya diplomatik ilişkilerinin 100. yılı dolayısıyla yapacağı üç günlük ziyaret daha gelmeden olay olmuştu malumunuz. Yanında 60 kilo döner getireceği açıklanınca akşam haberleri bizim döner ustalarının feryatlarını anlatıp durdu, “Yedirmeyiz, döner bizimdir bizim kalacak”.

GÜLAY ERDEMLİ

Steinmeier dönerin artık Almanya’nın da ulusal yemeklerinden biri olduğunu söyledi. Gezisinin ilk gününde Tarabya’da Almanya Büyükelçiliği Rezidansındaki etkinlikte 60 kiloluk döneri Almanya’da yaşayan döner ustası Arif Keleş’le birlikte keserek konuklara ikram etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ankara’daki basın toplantısında da ‘döner’li bir şaka yaptı: “Herhalde döner İstanbul’da bitirildi.” Neyse ki Külliyedeki akşam yemeğinde de Steinmeier’e döner ikram edildi!

Steinmeier ‘döner diplomasisi’ ile Almanya’daki, Türkiye’de kökleri olan, 2,7 milyon insanın başarılarını vurgulamayı amaçladığını söyledi. Siyasetten sanata, iş dünyasından bilime binlerce Türk kökenli kişinin Almanya’daki başarıları söz konusuyken ilişkileri dönerle vurgulamak doğru mu değil mi tartışmasına girmeyeceğim.

ELON MUSK’IN FAVORİSİ

2000-2007 arası Nazi yeraltı örgütü NSU’nun 8’i Türk 10 kişiyi öldürdüğü olayın ardından cinayetleri aydınlatmak için kurulan özel polis ekibinin bu cinayetleri ‘döner cinayetleri’ olarak adlandırmasının ardından gündeme gelen ‘döner’ kelimesi ve ardından gelişen olaylar... Almanya’da 2011 yılında ‘dönerci cinayetleri’ kelimesi (evet iki kelime olduğunun farkındayım) mevzusu da var...

Ben ekmeğimin daha doğrusu dönerin peşindeyim. Bu nedenle dönerin Almanya’daki tarihsel macerasını anlatmayı tercih ediyorum.

Dönerin Almanya’da 50 yılı geçen bir hikayesi var. Bugünden 1970’lere doğru gidelim.

Almanya’nın eski başbakanı Angela Merkel Alman Parlamentosu yakınlarındaki bir dönerciden haftada birkaç kez döner yiyordu. 2020 yılında dev yatırımlar için Almanya’ya giden Elon Musk’a Berlin’de gazeteciler Alman mutfağında en sevdiği yiyeceği sorunca verdiği cevap “The döner kebab”tı.

Öyle ya da böyle yedi milyar dolarlık bir sektör ‘döner’ Avrupa’da, ağırlıklı olarak da Almanya’da. Ülkede 15 binden fazla döner restoranı var, yılda yaklaşık bir milyar döner tüketiliyor.

DÖNERİN MELEZ HALİ

Sosyolog ve gazeteci Eberhard Seidel, 1977’de Berlin’e gittiğinden beri kebaplarla ilgileniyor. O zamandan beri yaklaşık 2 bin döner yemiş. 2022 yılında yayınlanan ‘Döner: Eine türkisch-deutsche Kulturgeschichte/ Döner: Bir Türk-Alman Kültür Tarihi’ kitabında Osmanlı İmparatorluğu’ndan Berlin’e dönerin hikayesinin peşine düşmüş.

Kitaba göre dönerin Almanya’da tüketilen şekli ne tam Alman ne de tam Türk; melez bir yemek türü de denilebilir.

Seidel’in 2022 yılında bir Alman gazetesine verdiği röportajı okudum. Geçen hafta diplomatik bir olaya dönüşen dönerin Almanya macerasını merak edenler için ilginç bilgiler var.

Öncelikle Almanlar ‘döner’ de diyor, ‘döner kebab’ da... Dikey bir şişte ızgara yapma fikrinin tam olarak nereden çıktığı kesin değil, 1930’lu yıllarda Kastamonu’da bir ustanın benzer bir metot kullandığına dair bilgiler var. 1867’de Bursa’da tüketilmeye başlayan iskender kebap da malumumuz.

Peki Almanya’ya ne zaman geldi... Kitaba göre 1970’li yıllarda döner Berlin’de çığır açtı. Avrupa Türk Kebapçılar Derneği, 1972 yılında Berlin’de büfe açan Kadir Nurman’ı ‘dönerin Almanya’daki babası’ olarak kabul ediyor. Ancak Seidel’e göre kesinlikle daha eski. 1969 yılında Reutlingen şehrinde bir adam döner yapıyordu, büfe açma ruhsatı olmadığı için ilçe pazarlarında döner satıyordu. Bildiğimiz şekliyle ise gerçekten de 1970’lerde ortaya çıktı.

Eberhard Seidel kebapla tanışma hikayesini de şöyle anlatıyor: “1977’de Berlin’e geldim ve kısa sürede bir kebapçı dükkanına rastladım. Türkiye’den Almanya’ya yaşanan göçün ve aynı zamanda Almanya’daki ırkçılığın öyküsünün kebaplar aracılığıyla çok iyi anlatılabileceğini fark ettim. İlk yıllardaki döner kebap sunumu pek estetik değildi. Irkçılığın yanı sıra sınıfçılık da rol oynadı. Anadolu’nun kırsal kesiminden gelen, eğitimsiz Türk misafir işçi klişesi vardı. Bu durum Almanya’da yaşayan Türk aydınlarının da kebaptan uzaklaşmasına neden oldu. Onlar da Türk kültünün kebaptan çok daha fazlası olduğunu defalarca vurguladı. Bu elbette doğru ama ben göçmenlerin ve onlarından soyundan gelenlerin Almanlara yeni bir ulusal yemek vermiş olmaktan gurur duyabileceklerini savunuyorum.”

Ekonomik ve sosyo-politik bir durum nedeniyle Almanya’da yaygınlaşan döner kebabın imajı gerçekten de çok değişti. Artık o kadar derinlere kök salmış ki Alman kimliğinin de ayrılmaz bir parçası olmuş. Avrupa’daki muzaffer yürüyüşü hız kesmeden devam edecek gibi duruyor.


ŞİMDİ HARRY POTTER DÜŞÜNSÜN!

Belki de pek çoğumuzun çocukluk hayaliydi. Şöyle bir pelerin alalım üzerimize ve görünmez olalım. Fena fikir de değil yani, düşünsenize görünmez olsak neler olurdu!

Aman aman yoksa gerçek mi oluyor? İki yıl önce İngiliz start-up Invisibility Shield Co’nun projesi olarak başlayan ‘Görünmezlik Kalkanı’ hayalimizdeki gibi olmasa da eğlenceli. Kabaca bir karton parçası kadar düz olan alıcı cihaz etrafındaki ışığı bükerek ardındaki her şeyi fark edilemeyen bir lekeye dönüştürebiliyor. Kalkanın 2.0 modeli 1.80 boyunda ve yan yana duran birden fazla kişiyi gizleyebilecek kadar büyük. Hemen sevinmeyelim, kalkanın arkasında saklanan kişinin de herhangi bir şeyi görmesi için kafasını dışarı çıkartması gerekiyor. Mini kalkan yaklaşık 66 dolar, birden fazla kişiyi gizleyebilen ‘megashield’ın fiyatı ise 1000 dolar civarında.

Çığır açan bir teknolojiden bahsetmediğimin farkındayım, hayalimizdeki görünmezlik kalkanından çok uzaktayız (belki de o kadar uzak değilizdir).

İlle de taktiksel bir avantaj sağlamaya gerek yok, gerçekten eğlenceli optik bir yanılsama. Büyükler için de keyifli bir oyuncak...


ŞEFKATLİ AMERİKA!

1970’li yıllardan günümüze psikologlar milyonlarca insana “Benden daha az şanslı olan insanlara karşı şefkatliyim ve onlar için endişeli hissediyorum” gibi ifadelere ne kadar katıldıklarını sordu ve bu kişilerin empati duyguları ölçüldü. 2011 yılında sosyal psikolog Sara Konrath liderliğindeki bir grup bütün anketlerdeki verileri inceledi. Analiz ABD’lilerin empatisinin dibe vurduğunu gösteriyordu. Örneğin 2009 yılındaki verilere göre ABD’de üniversite öğrencileri otuz yıl öncesine göre yüzde 75 daha az empatik hissediyordu.

2011 yılındaki çalışma neyin yanlış gittiğine dair binlerce fikir ortaya çıkardı. Teoriler havada uçuştu. İnsanlar birbiriyle ilgilenemeyecek kadar yalnız mıydı? Çok mu stres vardı? Ya da teknoloji bağımlılığı mıydı suçlu, online olmak insanları şefkatsiz mi yapıyordu?

Sara Konrath’ın günümüzde de devam çalışmaları başka bir şeyi daha ortaya çıkardı. Empati sabit bir özellik değil. Deneyimler empatiyi artırıp azaltabiliyor. Birkaç ay önce güncellenen çalışmaya göre ABD’de genç Amerikalılar arasında empati duygusu artmaya başladı ve 1970’lerdeki seviyesine yaklaştı.

İyi de neden böyle çarpıcı bir yükseliş yaşandı? Olasılıklardan biri “kolektif acı”. Ekonomik durgunluk, pandemi vs... Zor zamanlar empatinin artmasının gerekçesi olabilir. San Francisco’daki 1906 ve 1989 depremleri, 11 Eylül gibi felaketler de ‘nezaketin’ arttığını göstermişti. Yine de ABD’de empatinin neden yükseldiğini tam olarak bilmek mümkün değil.

Biliyoruz ki insanlar işlerin kötüye gittiğini düşünmeye meyilli. Yakın zamanda onlarca ülkeden 600 bin kişiyle yapılan bir araştırmada modern çağda ‘insanlığın’ geçmiş yıllara göre nasıl olduğu soruldu. Cevap aynı: İnsanlar eskisine göre daha az ahlaklı, dürüst ve nazik.

Acaba Türkiye’de ‘şefkat’ üzerine bir çalışma yapılsa nasıl bir sonuç çıkar? Ne dersiniz bizim empati yeteneğimiz ne durumda?

Öne Çıkanlar
YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN