Ordu, rozet, siyaset

Geçtiğimiz günlerde ordu bünyesiyle ilgili bir sorun yaşandı. Haberlere göre, Atatürk rozeti takmak istemeyen bir teğmen grubu ile diğer grup arasında arbede çıktı, yazışmalar, ithamlar oldu.

Bu tür gelişmeleri hafife almamak gerekir.

Gelenek ortada.

Osmanlı bir askeri imparatorluktu, Türkiye ise bir askeri cumhuriyet olarak kuruldu ve gelişti. Her ne kadar 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra, ülkede hakim bakış asker-siyaset ilişkilerinin demokratik bir çizgiye oturduğunu kabul etse de, ömrünün yarısını bu ilişkiler üzerine çalışarak geçirmiş biri olarak, bunun böyle olup olmadığını henüz bilmediğimizi düşünüyorum.

Bugün tarihsel olarak antagonist taraflar arasında kuvvetli bir ittifak, diğer bir deyişle siyasi iktidar ile asker arasında ideolojik bir ortaklık var. Bu şimdilik muhakkak. Ancak bu ilişkinin üç yıl, beş yıl sonrasını bilmiyoruz.

Zira, asker-sivil ilişkilerinin demokratikleşmesi, sadece askeri otoritenin sivil otoriteye tabi olmasıyla oluşmaz. Buna paralel olarak hem siyasi hem askeri alanın demokratik ilkelere ve liyakat kurallarına göre yeniden yapılanmasını gerektirir.

Türkiye’nin böyle bir yapılanmanın çok uzağında olduğu açık…

Güç ilişkileri ve dayatan otorite ülkenin her sahasında egemen…

Silahlı Kuvvetler ise bir yanda elinde silah olan güçlü bir yapı, diğer yandan siyaset hakkında fikri, siyasi iddiası, siyasete müdahale geleneği olan bir yapı.

Asker-siyaset ilişkilerinde, özellikle bizde, iki tür sorun alanı olmuştur.

İlki, malum, ordunun bir kurum olarak rejimin ideolojik bekçisi olduğu düşünmesi, bekçiliği siyasi denetim ve yaptırım hamleleriyle gerçekleştirmesidir. Bu anlamda askerin son müdahale girişimi çok da eski tarihli değildir. 27 Nisan 2007 tarihli muhtıra, cumhurbaşkanlığı seçiminin bloke edilmesine yol açmış, iktidar partisine yönelik kapatma davasıyla anayasal kurumları kuşatmıştı. Sonrası malum, Türkiye, tarihinin en ağır ve kirli iktidar savaşlarından birine girmiş, 2008-2016 arası karanlık bir dönem yaşamıştı.

İkinci sorun alanı, silahlı kuvvetlerin iç siyasallaşması, siyasi gruplaşmalara tabi olması veya silah gücünün siyasi niyetlerle kullanılmaya çalışılmasıdır. Türkiye demokrasiden uzak olduğu ve ülkede sert siyasi gruplaşmalar varlığını sürdürdüğü oranda, ordu da bu farklı grupların etkisine girebilmekte ya da asker içinde farklı eğilimler doğup büyüyebilmektedir. Nitekim 12 Mart öncesi böyle bir dönemdi. Ordu dilimlere ayrılmış, kendi içinde cunta grupları üretmişti. Ancak, bu sorun alanının en açık ve vahim örneği 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle karşımıza çıktı.

Bugün ilk sorun alanı bakımından ortada açık ve yakın bir tehlike yok.

Bu karşılık ikinci sorun alanı bakımından elimizde veri az, soru ve şüphe çok.

Nitekim yaşanan Atatürk rozeti krizi bu bakımdan kötü kokular yayıyor.

Bu köşede, bir ara sık yazdım, 15 Temmuz’dan sonra ordu bünyesi tümüyle değişti. 38 bin subayın 25 bini ordudan atıldı. Boşluk, çeşitli üniversite mezunlarından ve MSÜ’den çıkanlarla ve hızlı bir kadrolaşmayla dolduruldu. Buna paralel olarak orduda profesyonel asker sayısı arttı, bunlar orduya gönüllük esasıyla katıldı.

Yeni dokuyu eğer varsa ideolojik niteliği bakımından tam olarak kestiremiyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesi bugün nasıl bir yapıya tekabül ediyor? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yeni personel dokusunun içinde siyasallaşma var mı?

Bu tür bir siyasallaşma bir iki gün içerisinde anlaşılmaz. Fethullah Gülen olayında gördük ki yıllarca süren kadrolaşmalar başka tür sonuçlar ortaya çıkartabiliyorlar.

Atatürk rozeti meselesine bu bakımdan bakmakta da yarar var.

YORUMLAR (27)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
27 Yorum