Kimse boşuna övünmesin

Friedrich Siedel’in Sultan’ın Zindanında adıyla yayımlanan hatıralarından bahsetmiştim. (Kitap Yayınevi.) Yazarın, kitabın son sayfalarındaki yorumlarını yerimin darlığından aktaramamıştım.

Bugün, dikkate değer bulduğum o yorumlara değinmek istiyorum.

Yazarımız Friedrich Siedel dindar bir Hristiyan. Yeri geldikçe ‘Tanrı’ya şükrediyor.

Hatıralarına “Kurtarıcımız İsa Peygamber’in doğumunun 1591. yılında” Osmanlı İmparatorluğu’na elçi olarak gönderildiklerini belirterek başlıyor. “Yolculuğumuz o yılın S. Michaelis günü ‘Tanrı’nın izniyle’ Viyana’da gemilere binmemizle başladı” diyor. (Michaesis günü: Mikail Aleyhisselam’ın anıldığı gün, 29 Eylül.) Tanrı’nın lütfuyla, Tanrı’nın yardımıyla gibi tabirleri kullanmayı ihmal etmiyor.

Kitabını “Ben gerek şu anda gerekse her an, her şeye kadir olan Tanrı’ya şükrediyorum. O, kullarını zor durumlara sokar, türlü korkular yaşatır, fakat kendisine bağlı olanları bu durumlardan yine kurtarıp esenliğe kavuşturur. Tıpkı bizlere nasip ettiği gibi… Tanrı’ya sonsuz övgüler ve teşekkürler olsun! Âmin” diye bitiriyor.

Orta çağ ve Yeni Çağ tabir edilen devirlerde yazılmış hatıratlarda, seyahatnamelerde bu tür dini vurgulara çok rastlıyoruz.

Yazarı ister Müslüman ister Hristiyan olsun.

Sonra, 18. Yüzyıldan itibaren bu dini vurgular, hamdler, şükürler azalıyor, hatta kayboluyor.

Neden?

Bilimle kilisenin mücadelesinde bilimin yavaş yavaş kiliseyi geri itmesiyle, kralların otoritesinin ruhbanlara galip gelmesiyle ilgili olabilir.

Siedel’in hatıralarını yazdığı devir de Avrupa’nın Hristiyanlıkla bağlarının gevşemeye başladığı bir devir.

Siedel, bu gevşemenin tezahürleriyle karşılaştığı zaman eleştirmekten geri durmuyor.

Hatta bazen Müslümanlara imreniyor.

Siedel’in Hristiyanları eleştirirken Türklerden övgüyle söz ettiği şu paragraf dikkat çekici:

“… Gelen bir habere göre Hristiyanlar Hatvan’ı ele geçirmişler. Wahlonların (Ulahlar?) Türk kadınlarını ve çocuklarını insanlık dışı bir acımasızlıkla hatta canavarlıktan da beter şeytanca bir zulümle nasıl hırpaladıklarını buna tanık olanlar daha ayrıntılı anlatabilirler.

(Burada şöyle bir parantez açabiliriz. Dindar bir Hristiyana Hristiyanların yaptığı mezalimi anlattıran herhalde vicdanıdır. O vicdanın, bugün de Avrupa’da, Amerika’da İsrail’in Filistin’de işlediği zulümlere karşı sokaklara döküldüğünü görüyoruz. Peki zulme destek olan Avrupalılar, Amerikalılar? Onları da görüyoruz.)

“Ama bence daha acı olan biz Hristiyanlarda Tanrı sevgisinin ve korkusunun azlığı, buna karşın korkunç, sözle anlatılamayacak kadar kötü huyların hızla gelişmekte oluşudur. Oysa aradan bunca zaman geçmesine karşın bu konuda Türkleri övmeden geçemeyeceğim. Onlar gerek seferleri sırasında gerekse karargah kurdukları yerlerde dinlerini hiç ihmal etmezler, Tanrı korkusu onlarda her an egemendir, bizlerden daha onurlu, ölçülü, iffetli, temiz, sessiz ve iyi bir yaşam sürerler. Büyük bir güç sahibi olan Sultan Mehmed 1596 yılında Macaristan seferine çıktığında Türklerle birlikte yolculuk yaptığım ve aralarında aşağı yukarı beş ay geçirdiğim için bizzat gördüklerime ve edindiğim deneyimlere göre şunu diyebilirim ki Türklerde büyük bir itaat ve düzen egemendi. Keşke benim yerimde bizim önemli bir savaş kahramanımız bulunsaydı da Türklerin bu yaşam biçimine tanık olsaydı!”

Yazarımız, esir arkadaşlarıyla birlikte ordugahtan ayrılıyor. Tuna üzerinden Estergon’a gidiyorlar.

“Yolda giderken her iki kıyıda çalıların arasında ve hendeklerde hasta ve ölüme terk edilmiş olan kimsenin ilgi göstermediği on veya on iki kadar askerin ve kadının yatmakta olduğunu gördük. Onları gemimize taşıdık, fakat birçoğu ellerimizin altında can verince ölüleri Tuna nehrine attık. Biraz daha ilerlediğimizde Tuna nehri üzerinde çok miktarda küflenmiş ekmeğin yüzdüğünü gördük ve Hristiyanlarla Türklerin davranış biçimleri arasında ne kadar büyük bir fark oldğunu kavradık. Türklerin arasındayken her şey daha sessiz ve düzenliydi, Tanrı korkusunun etkisi onların tüm davranışlarında kendini belli ediyordu. Oysa Hristiyanlarda özellikle askerlerin arasında sadece yemek pişirmek, et kızartmak, hayvanlar gibi yemek, içmek, kumar oynamak, dans etmek, çalgı çalmak, küfretmek, lanet okumak, Tanrı’yı aşağılamak, kavga etmek, karı peşinde koşmak, sevişmek, vurmak, kırmak, öldürmekten başka bir şey görmek mümkün değildir, kısaca onlarda Epikür’ün dünya görüşüne uygun olan bir yaşam tarzı egemendir. İşte buna insanın içi burkuluyor.”

(Epikür malum. Şimdiki hedonizmin öncülü olan hazcı ahlak felsefesini geliştiren eski Yunan filozofu.)

Siedel’in anlattıklarına bakıp “Eskiden ne kadar iyiymiş, şimdi her şey, her taraf bozuldu” diyemeyeceğim.

Anlattıkları doğrudur.

Esirlere işkence yapıldığını, ya da yeni sultanın kardeşlerini öldürttüğünü anlattığı satırlar da doğruydu.

Kimse boşuna övünmesin, asalet taslamasın; iyilik ve kötülük bütün toplumlarda her zaman vardı ve olmaya devam edecek.

YORUMLAR (30)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
30 Yorum