Nobel Ödüllü bir iktisatçı: ‘Ahlakı dışlamakla yanlış yaptık’

Birkaç gün önce IMF’nin (International Monetary Fund: Uluslararası Para Fonu) internet sayfasında “Rethinking My Economics” (İktisadımı Yeniden Düşünmek) başlıklı bir makale gördüm; 2015 yılında ekonomi alanında Nobel Ödülü alan ABD’li iktisatçı Prof. Angus Deaton yenilerde yayımlanmış. Deaton bu kısa yazısında ahlaksız (ahlak ilkelerini hesaba katmayan) bir iktisat eğitimi ve düşüncesinin ortaya çıkardığı insanî problemlerden bazı örnekler vermiş, sebeplerini analiz etmiş. Yazar, “Şartlar geliştikçe kişinin görüşlerini sorgulaması iyi bir şey olabilir” başlığı altında, söze, ekonomi biliminin çok şey başardığını, meslektaşlarının iktisat alanında çok şey bildiklerini belirterek başlıyor. Hemen arkasından da iktisatçılar olarak “bugün bir kargaşa içinde” olduklarını, finansal piyasaların etkinliğine aşırı derecede inanmaları yüzünden mali krizlere katkıda bulunmuş olabileceklerini itiraf ediyor.

Tabii ki bunlar teknik konular; değerlendirmek de uzmanlarına düşer. Yazar, iktisatçılar olarak ahlâkî meselelerle ilgili büyük yanlışlar yaptıklarını yazıyor. Ben onlar üzerinde duracağım.

***

Angus Deaton, “yaygın hale gelen yolsuzluk iddiaları”ndan söz ederek bunlar üzerinde durmayacağını söylüyor. Yine de “Son yarım yüzyılda büyük bir refaha kavuşan iktisatçılar, şu anda işlediği şekliyle kapitalizmden çıkar sağlamakla suçlanabilirler” diyerek bir meslekî özeleştiri yapıyor.

Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, yazarın asıl meslekî özeleştirisi ahlaka dairdir. Bu konuda, “Adam Smith ve Karl Marx’tan John Maynard Keynes, Friedrich Hayek ve hatta Milton Friedman’a kadar önceki iktisatçıların aksine, ahlakı ve insan refahını neyin oluşturduğu hakkında düşünmeyi büyük ölçüde bıraktık” diyerek kendisini ve şimdiki iktisatçıları eleştiriyor; hatta “Bizler verimliliğe odaklanan teknokratlarız” diyerek kendilerini küçümsüyor. Bunu da “ekonominin amaçları, refahın anlamı, keza filozofların eşitlik ile ilgili söyledikleri” konusunda kendilerinin “çok az eğitim almış olmaları”na bağlıyor. Dediğine göre bütün bildikleri “gelir temelli bir faydacılığa” geri dönmektir.

Yazar, hayli önem verdiği anlaşılan “refah” teriminden tam olarak ne kastettiğini yazmamış. Ancak bu kavramı, ‘para ve tüketim bolluğu’ndan daha geniş; güvenlik, mutluluk gibi birçok manevi imkânları kuşatacak şekilde kullandığına şu ifadesi işaret ediyor: “Refahı genellikle para ya da tüketimle bir tutuyoruz ve (sonuçta) insanlar için önemli olan pek çok şeyi de gözden kaçırıyoruz.” Yazar, mevcut ekonomik düşüncede “bireylerin, ailelerdeki veya topluluklardaki insanlar arası ilişkilerden çok daha önemli görülmesi”ni de yanlış buluyor.

***

Angus Deaton’ın eleştirdiği ahlak bağlantılı bir konu da iktisatçıların ‘verimlilik’ anlayışıdır. O, verimliliği önemli görmekle birlikte, şimdiki iktisatçıların verimliliği diğer amaçlardan üstün tutmalarını yanlış buluyor; çoklarının, “verimliliğe odaklanıp, hakkaniyeti başkalarına, yani politikacılara veya yöneticilere bırakmak gerektiği” şeklinde bir anlayış taşımalarından yakınıyor.

Kanaatimce yazar, burada yeni iktisatçıların en büyük yanlışına dikkat çekmiştir. “(Verimlilikle ilgili) önerilerimiz, “yağma için bir ruhsattan daha fazlası haline geliyor” diyerek, bu vahim yanlışa vaktiyle kendisinin de düştüğünü itiraf ediyor.

Deaton’ın bir özeleştirisi de ‘sosyal adalet’i ihmal ettiklerine dairdir. Dediğine göre, ünlü İngiliz iktisatçı John M. Keynes (1883–1946), “ekonomi biliminin sorununun ekonomik verimlilik, sosyal adalet ve bireysel özgürlük ilkelerini uzlaştırmak olduğunu yazmıştı.” Ama şimdiki iktisatçılar diğer ikisiyle ilgilenirken “sosyal adalet’i sonradan hatırlıyorlar”; bu yüzden “sosyal adalet piyasalara tabi hale geldi.” Bölüşümden daha fazla pay kapma, paylaşımda ortalamayı yükseltmenin önüne geçti.

Deaton’ın belirttiği bu durum, birçok çağdaş yerel ve küresel insanî sorunun ana kaynağıdır.

İktisat uzmanları olarak, fazla kibirli ve çoğu zaman haklı olduklarından çok emin olduklarını da belirten yazar, çoğu akranları gibi kendisinin de bir zamanlar (birer hak arama birlikleri olan) sendikaları “baş belası” olarak gördüğünü ve “yavaş yavaş yok olmalarını memnuniyetle karşıladığını” da itiraf ediyor. Son gözlem ve kanaatini ise şöyle özetliyor: “(Sendikaların) gerilemeleri, çalışanların ücret paylarının düşmesine, yöneticilerle işçiler arasındaki uçurumun artmasına, toplumun tahrip edilmesine ve popülizmin yükselmesine katkıda bulunuyor.”

Şu sıralarda ülkemiz bunların hepsini yaşıyor.

YORUMLAR (25)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
25 Yorum