Kayırmacılık üzerine

Geçen haftaki “kayırmacılık” konulu yazımla ilgili yorumlardan ikisi eleştirel mahiyetteydi. “Erdem” rumuzlu/adlı bir dostumuz şöyle diyordu:“Tek taraflı bakışı yansıtan; [kendi] içinde tutarlı ancak totalde ‘yanlış’ bir yazı. İSLAM güvene ve adalete dayanır, ancak ‘başkalarına’ güvenlik alanı açmak için nesneleştirilmesi doğru değildir. Bir insan, yazıda ileri sürüldüğü şekilde bütün erdemleri yerine getirmekle beraber kendini ‘müslüman’ olarak tanımlamasa İslam bu kişiyi nasıl tanımlar? sorusu cevaplandırılması gereken bir husustur.”

“Erdem”in yazımı eleştirdiği belli; buna hakkı da var. Ancak –muhtemelen yeri kısıtlı olduğu için- neyi neden eleştirdiğini pek anlayamadım. Tecrübelerime göre okuyucuların eksik veya yanlış anlamaları ya yazarın yer darlığı nedeniyle konunun bütün boyutlarına değinememesinden ya “malumu ilam”a ihtiyaç duymamasından ya da okuyucunun dikkatsizliğinden kaynaklanmaktadır.

Mesela diğer eleştirel yorumda şöyle denilmiş: “Sn. Yazar, ‘Böyle kayırmacılıklara gerekçe üretenler ya cahil ya da kötü niyetlidir. Çünkü bu gibi işler –istisna kabul etmeksizin- ahlak yönünden zulüm, hukukta suç, dinde haramdır’ [diyor.] böylesine katı, toptancı, karşı olmayı bırak, gerekçe üretmeyi dahi yasaklayıcı bir yaklaşım için, üstadın bu beyanında doz aşımı var desek yukarıda bahsedilen suçların muhatabı olur muyuz?”

Önce son soru için “estağfurullah!” diyeyim. Fakat okuyucum, alıntıladığı kısmın hemen öncesinde “Ehliyet-liyakat yerine siyasal amaçlı tayinler; ayrımcı yatırımlar, teşvikler, ihaleler gibi kayırmacılıklar” dediğimi gözden kaçırmış; “böyle kayırmacılıklara gerekçe üretenler” derken “toptancı” olmadığımı, sadece onları kastettiğimi fark etmemiş.

Katı” olan ben değilim, istisna kabul etmeyen adalet prensibidir. Ahlak kaynaklarımıza göre -öteki faziletlerin aksine- adaletin ifrat ve tefriti olmaz; o ya vardır ya yoktur; Adalet “hudûdullah”tandır, Allah’ın koyduğu “sınırlar”dandır. Adalet sınırını aşınca, bizi durduracak başka sınır yoktur. “O sınırları aşanlar, zalimlerdir” (Bakara 2/229). Almanya’yı Almanya yapan Kant Ahlakı da “katı”dır.

Her iki okur da kritik kamu tercihlerinde bazı objektif ve adaletli özel sebeplerin de bulunabileceğine işaret etmemi beklemiş olabilirler. Haklılar. Mesela sınav, atama, ihale gibi bir işlemin öncesinde ilgili kişi, heyet ve/veya makamın, adayların güvenilirliği, huyu suyu, uyumu, çalışkanlığı, taahhüdüne bağlılığı gibi konularda bilgi sahibi olmak için onlardan referans istemesi ve bu referansı –adalet ve hakkaniyetten sapmadan- dikkate alması, kayırmayıcılık sayılamaz; dünyada da bu böyledir.

***

Uzun yıllar devlet ve siyasetin çok yüksek kademelerinde bulunmuş bir hukukçu dostum, geçen haftaki yazım üzerine beni aradı. Tecrübeleri sonunda ülkemizde kayırmacılığın ON sebebini tespit ettiğini belirtti ve bunları şöyle sıraladı: Particilik, hemşehrilik/bölgecilik, akrabalık, mezhepçilik, ideoloji, cemaatçilik, dönem arkadaşlığı, okuldaşlık, meslek şovenizmi, rüşvetçilik/hediyecilik. Bazı zamanlarda bunlara on birinci olarak “müslüman-cılık” da eklenmektedir.

“Erdem” kardeşim de eleştirel yorumunda “müslüman”dan bahsediyor; fakat ne demek istediğini ya o anlatamamış ya da ben anlayamadım. Doğru anladığımdan emin değilim ama yine de anladığım kadarıyla “Erdem” kayırmacılığın yapılabildiği konularda “müslüman” olmanın da meşru bir tercih sebebi sayılması gerektiğini ileri sürüyor. Tabii ki imamlık, müftülük gibi din hizmetlerine atamalarda müslüman olmak, aranması gereken ilk şarttır. Ama dinî olmayan görevlere tayinler, kamu yatırımları, teşvikleri, ihaleleri gibi dünyevi işlerde “müslüman” olmanın ehliyet-liyakati önceleyen bir tercih sebebi sayılmasının bir din kayırmacılığı ve gayrimeşru olduğunu belirtmem gerekir.

“Erdem”, yorumunda “İSLAM güvene ve adalete dayanır” diyor. Bunda kuşku yok. O halde bir işe tayin, kamu ihale ve teşvikleri vb. dünyevi konularda “müslüman” olana öncelik tanımak İslam’ın adaletiyle çelişir. Klasik ulema o zamanki sosyal psikolojinin tesiriyle böyle hükümler vermişlerdir. Fakat onlar konjonktüreldir. Zaten eski yönetimler de bu hükümleri pek dikkate almamış; üst düzey devlet hizmeti, bilim, tıp, mimari gibi seküler alanlarda din farkı gözetmeden liyakat ve meslekî birikim gibi âdil ölçülere göre iş ve görev vermişlerdir. Çünkü din, ahlak ve toplumsal fayda bakımından önemli olan, işlerin kimler tarafından yapıldığı değil, iyi ve doğru yapılıp yapılmadığıdır.

YORUMLAR (52)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
52 Yorum