Hazret, nereye gidiyorsun?

Kaldığı yerde sabit duranın alnından öpelim. Öyle hayalden gerçeğe, sudan ateşe, bahardan hayatın solgunluğuna aniden ve fark etmeksizin düştüğümüz, bunu da ruhumuzla ince ince hissettiğimiz günlerdeyiz.

Dünyanın hakikatinin böyle oluşundan ziyade, hani kendimizi ziyaret ettiğimizde, yani küçük dünyamızda neşeye hürmet, gâma hayret etmeliydik. Oysa olan bitenden bîhaberiz. Üstelik her şeye geç kaldık. Oyalanmak bile böyle bir şey değildir. Ne ile tanış oluyoruz, ne ile sarmaş dolaş, nerden taşıyor, nereye taşınıyoruz? Kendini bilen beri gelsin. Kendinde olan dile.

Canan ile bahar düşleyen canlardan geriye bir hasret bile kalmadı. Bize haddimizi bildirecek o mana yüklü kervanlar geçmiyor yolumuzdan. Şikâyet azığımızken, dikkat aynamız dahi değil. Bir uyku ile dinlenemiyor, sahici rüyalar göremiyoruz. Her şeyin tekrarına düşüyoruz fakat tekerrürden bir tefekkür, bir teşekkür, bir tebessüm çıkaramıyoruz. Yolun değil anlamın kendi olduğunu anlayana, gidilen her yerden bir mana bulaşır. Peki sana bulaşan ne?

Artık bazı günler dilemeyi daha iyi anlıyorum. İnsanlara gönül şevki, yaşam bakiyesi, tahsilat üzerine olmayan ve fenalık düşlemeyen bir ruh diliyorum. Geçip gitmenin ya da kalıp kalmamanın matah bir şey olmadığına inanıyorum. Geçip gidersem bir derde deva olduktan sonra silineyim, kalıp durursam da kendinin rüyasını görmeyi dileyenlerden olayım istiyorum. Bir de ne olursa olsun olana hayret ile bakalım.

Can ola bula fermânını...

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum