The Fountain, ölüm dirimin eşiğidir

Bugün yine bir filmden, dinî ve mitolojik ögeler içeren, ölüm ve diriliş temasını işleyen bir filmden söz edeceğim: The Fountain, Kaynak. 2006 yapımı yönetmenliğini Darren Aronofsky’nin yaptığı bir film.

Öncelikle, The Fountain’in kurgu tekniği açısından oldukça özgün olduğunu söylemeliyim. Filmde iki öykü var; biri geçmiş zamanda İspanya’da cereyan eden olay halkalarından oluşuyor, diğeri modern zamanda cereyan eden olaylardan. Ama aslında iki öyküde de insanlığın -geçmişten bugüne- ölümsüzlük arayışını, ölümü kabullenemeyişini ve bu kaçınılmaz son karşısındaki çaresizliğini anlatıyor. İspanya’daki kahramanlarla modern zamanlardaki kahramanlar birbirine simetrik bir konumda iseler de aslında modern zamanlarda bir laboratuvarda eşinin hastalığına bir çare/ ilaç arayan Dr. Creo ile Kraliçe’nin ölmemesi için ölümsüzlük çeşmesini arayan kumandan aynı kişi: İkisi de ölümsüzlüğü/ ab-ı hayatı, buna çare olacak hayat ağacını arayan insanları simgeliyor. Diğer yandan Dr Creo’nun karısı İzzi ile İspanya Kraliçesi de özdeş, ölümlü insanı, öteye göçen Sevgili’yi simgelemekte.

Filmde ana figür, hayat ağacı. Dünyanın merkezinde bulunduğu rivayet edilen mitolojik bir ağaç bu. Mircea Eliade’nin “Dinler Tarihine Giriş” adlı kitabında bu konuda bilgi var. Bu ağaç, ölümsüzlüğü, bir bakıma devr-i daimîyi (hayat döngüsünü) simgelemekte. Filmde de öyle. Bir şifa kaynağı, özsuyu ile hayat döngüsünü sağlıyor. Kökleri toprakta, dalları Maya mitolojisinde Xibalba denilen yıldıza uzanıyor. Bu yıldız filmde de ahireti, ölenin ruhunun gideceği yeri simgelemekte.

Filmde iki iddia çatışıyor: İlki, Dr. Creo’nun da söylediği üzere ölümün bir hastalık olduğu ve ilacının bulunabileceği iddiası… İkincisi ise ölümün aslında ölümsüzlüğe/ dirime açılan bir pencere olduğu iddiası. Bu çatışma geçmişten günümüze sürüyor aslında. Modern dönemde tüm çaba, insanı daha genç gösterecek, ömrünü uzatmasını sağlayacak ilaçların yapımı. Günümüzde piyasaya bu manada birçok ilaç ya da kozmetik madde sürülüyor. İnsanların bunlara yönelmesi, hep ölüme karşı bir ilaç arayışının tezahürü. Geçmişte İspanya’daki kumandan da modern zamanlarda ölüme laboratuvarında çare arayan Dr. Creo da ölümsüzlük arayan insanı temsil etmekte.

Oysa gerçek hiç de böyle değil! Ölüm mutlak!.. İzzi’nin ölümü bunu gösteriyor. Ama diğer yandan filmde ölümün bir son olmadığına da vurgu yapılıyor. Nitekim İzzi’nin söylediği “Ölüm aslında bir yaradılıştır” cümlesi oldukça anlamlı. Dr. Creo’nun kavraması gereken de budur: Ölüm, hayatın bir cüzüdür ve diğer cüzünde ruh bedenden ayrılarak Xibalba (ahiret) denilen yıldıza gider. Bu bir döngüdür. Peki hayat nedir? Filmde de söylendiği üzere “Hayat, ölümüzü anlamlı kılmak için verilen bir savaştır.” Bu bağlamda Engizisyoncu’nun söylediği “Bedenlerimiz ruhlarımız için bir hapishanedir. Derimiz ve kanımız hapishanenin parmaklıklarıdır. (…) Ölüm tüm ruhları özgür kılar” sözü de filmin ana düşüncesini açıklayan önemli bir ipucu. Bizde de var bu düşünce. Örneğin Yunus’a atfedilen “Ölür ise ten ölür/ Canlar ölesi değil” mısralarında da bu inancı görüyoruz. Namık Kemal’in “Murabba”sında da “ten kafestir”

Ve sonunda Dr. Creo, hayat ağacını idrak eder, ölüm bir gerçektir, ama dirimin de eşiğidir. Hayat ağacına tırmanmak, yükselmek, kemale ermek, ölümü dirilişe giden bir yol olarak kavramaktır.

Doğu’dan Batı’ya ölümü, ölümsüzlük arayan insanı, buna ilişkin inanışları, mitolojiyi, hayat ağacını, ab-ı hayatı, ahireti, dirilişi sorgulayan mistik bir film The Fountain… Varoluşu kazdıkça, her coğrafyada benzer inançları buluyoruz. Ölüm, dirim, ölümsüzlük arayışı vb. konular sanatın ontolojik kaynağı.

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum