Ahmet Celal’in hâlâ süren dramı

Yaban”, “Ateşten Gömlek”e göre sosyolojik ve psikolojik tahlilleri bakımından daha başarılı bir roman. Halide Edip’in romanı duygusal bir aşk öyküsü üzerine kurulmuştu, Ayşe eserde daima odak noktasında yer alan bir ‘vatansever sevgili’ tipiydi. Aşk, Milli Mücadele’nin önüne geçmişti. Anadolu birkaç figür dışında, -örneğin Keziban, Mehmet Çavuş- yoktu Yazar onlarla Anadolu’yu yansıtmaktan uzaktı. Ama Yakup Kadri öyle değil. Onun zihninde Anadolu ile Türk aydını arasındaki derin uçurum vardı ve bu uyuşmazlığın nasıl çözülebileceği üzerinde düşünüyor romanında. Ahmet Celal aracılığı ile Türk köylüsünü, mahrumiyetlerini, çağdaşlaşma sürecinde nerede durduğunu -hiç de idealize etmeden- tartışıyor.

Önce şunu belirtelim “Yaban”da Anadolu/ köylü, bir mahrumiyetler coğrafyası olarak değil de insanlarıyla kirli, hastalıklı, çarpık cinsel ilişkilerin dahi yaşandığı, ağaların ve din adamlarının sömürdüğü bir yerdir. Ama onların en büyük sorunlarından biri, düşmana, vatanın işgaline karşı lakaytlıkları, dolayısıyla milli şuurdan uzak olmalarıdır. Ahmet Celal, köylüleri düşmana karşı defalarca uyarmasına rağmen, onlar bir şey olmaz tavrı içinde tehlikeyi umursamazlar. Yakup Kadri’yi en çok öfkelendiren de köylülerin bu konudaki umursamazlıklarıdır. Bu hâl, Anadolu’nun çağdaşlaşma ve milletleşme sürecinde daha çok yol alması gerektiğini gösteriyor, en azından belli ki Karaosmanoğlu böyle düşünüyor. Tabii yazar tüm eleştiri oklarını köylüye yöneltmiyor, eleştiriden nasibini Anadolu’ya gereken ilgiyi göstermeyen aydınlar da alıyor. Ama aydın bu romanda daima doğal olarak üsttedir, asıl eleştirilen köylüdür… Ama şunu da söyleyeyim, Ahmet Celal yer yer -özellikle Emine’ye olan aşkında- bir ‘efendi’ tavrı içinde. Kızın gönlünü bir ‘efendi’ olarak almak istiyor, olmayınca sinirleniyor da.

Benim asıl dikkatimi çeken şu: Bu köyde onca kişi içinde hiç aklı başında kişi yok muydu? Yani Anadolu bu derece cehalet yuvası mı? Kanaatimce böyle olmamalıydı, mesela tüm köylüler düşmana tabi olmamalıydı, bu konunun abartıldığı kanaatindeyim. Söz konusu ilk romanlarda genelde Anadolu’ya toptancı bir bakış var: Bu coğrafya, medeniyet, ilim bakımından geridir, çağdaş aydının asıl misyonu bu cehalet karanlığını ortadan kaldırmaktır. Halide Edip’in “Vurun Kahpeye”sinde de bu tavır egemendir, “Yaban”da da nispeten var. Kanaatimce ilk romanlardaki bu üstten bakışı, Kemal Tahir ve Tarık Buğra yıktı. Özellikle Tarık Buğra, “Küçük Ağa”da Milli Mücadele’ye Anadolu’nun büyük katkısını anlatırken daha gerçekçidir. O mesela Anadolu köylüsüne ne Halide Edip ne de Yakup Kadri gibi ‘üstten’ bakar. Kahramanları Ahmet Celal’e benzemez, köyle kaynaşır, hem de rahat kaynaşır. Oysa Ahmet Celal kaynaşamaz! Neden acaba?.. Ahmet Celal’de eksik olan neydi?

Orhan Pamuk, “Sessz Ev”de Ahmet Celal’in daha gelişmiş bir tipini Selahattin Darvinoğlu ile canlandırır. Darvinoğlu, bir doktor olarak köylüyle sıcak bir münasebet kurmak isterse de, bunu başaramaz. Çünkü fikirlerini dikte etmeye çalışır, özellikle inanç konusunda. Pamuk, Türk aydınının eksikliğini daha gerçekçi olarak görmüş o romanında. Yanlışın Darvinoğlu gibi Türk aydınıyla başladığını ve kuşaklara ondan sirayet ettiğini ileri sürüyor.

Yakup Kadri’nin “Yaban” ve Halide Edip’in “Ateşten Gömlek”inde bir şey eksik!

Kanaatimce o eksik nedeniyle Anadolu ile bir türlü doğru biçimde temas edemiyorlar. Ahmet Celal, yukarıda olmalıydı elbette, ama o eksik şeyle yukarıda olmalıydı, Anadolu’yu geri bırakan din değildi çünkü. Bu bakış açısı nedeniyle belli bir aydın kesimi hâlâ Anadolu ile ünsiyet kuramıyor...

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum