Görüşler

Toplum Bilimleri Kurulu’nda sosyolog ne iş yapar?

Toplum Bilimleri Kurulu’nda sosyolog ne iş yapar?

Sosyolog Kenan Çapık “Toplum Bilimleri Kurulu salgınla mücadelenin çok boyutlu olduğu mesajını vermesi açısından bile dikkate değer” diyor.

Kovid-19 salgınıyla mücadele kapsamında oluşturulan Bilim Kurulu ve üyeleri ülkede adeta fenomen hale geldi. Televizyon ekranlarını dolduran üyelerin çoğu, genel olarak ölçülü ve gerçekçi açıklamalarıyla kamuoyuna güven veriyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, virüsle mücadele sürecinde psikolojik, sosyolojik vb. boyutların ele alınabileceği farklı bir kurulun da oluşturulacağı mesajını vermişti. Akabinde bu mücadelede daha etkin politikaların yürütülmesine katkı sunmak adına sosyologların da sürece dahil edilmelerine yönelik çağrılar yapıldı. Amaç elbette disiplinlerarası bir çerçevede karar vericilere yeni bakış açıları sunmaktı. Doç. Dr. Lütfi Sunar bu konuda ilk yazanlardan biri olarak, “Hayat için Sosyoloji” sloganıyla, sosyologları herhangi bir görev beklemeden topluma karışmaya, sahadan toplanacak verilerle korona günleri ve sonrası yeni dünyayı daha yakından tanımaya çağırdı. Çok geçmeden Bakan Koca, Toplum Bilimleri Kurulu adı altında yeni bir kurul oluşturulduğunu duyurdu. Bu yazıda irdelediğimiz soru şudur: Bu kurulda sosyolog hangi görevi üstlenecektir?

Sosyologların elbette söyleyeceği çok şey var. Karşı karşıya olduğumuz bu küresel krize dair ekonomi, din, kültür, eğitim, gündelik hayat, sağlık, teknoloji, aile vb. birçok veçheden ufuk açıcı perspektifler sunmak mümkün ve sosyologlar bu olağanüstü olguyu uzun süre ilgiyle takip edecektir zaten. Fakat Bilim Kurulu bağlamında temel sorun, sivil toplum ile siyasal toplumun yerleşik kabulleri arasında sıkışması mukadder olan sosyolojik muhayyileyi politika geliştirme süreçlerine dahil etmenin mümkün olmadığıdır.

Öncelikli mesele, sosyologların ne iş yaptığının, sosyolojinin ne olduğunun veya “ne işe yaradığının” pek bilinmemesidir. Bu, insanların çoğunluğu gibi ülkeyi ve kurumlarını yönetenler nezdinde de böyle görünmektedir. Tıp, mühendislik gibi teknik yönü ağır basan bir alan olmayan sosyoloji, bu ülkede adeta herkesin mesleği gibidir. Toplumu, toplumsal ilişkileri, değişim dönüşüm trendlerini, kriz anlarını ve bu anlarda kitle davranışını okumak, entelektüel ilgisi olan olmayan herkesin işidir. Herhalde sosyologların yaptığı, araya birkaç anket, istatistik ve kavram serpiştirmekten ibaret görülür. Modernite, ideal tip, artı değer, habitus, simülakr, post-pandemik toplum vb. bu böyle gider.

Sosyoloji disiplini insana ne kazandırır? Bir diğer deyişle sosyolojik muhayyile veya sosyolojik nazar nedir? Bu soruya aranacak yanıt, korona günlerinde sosyologlardan ne beklenmesi veya ne beklenmemesi gerektiğine dair de bir çerçeve sunar. “Topluma karışmaya çağrı”, arka planda ya sosyologların akademi kürsülerinde sıkışmış oldukları ya da topluma fildişi kuleden baktıkları düşüncesini barındırıyor. Bu durumda akla iki önemli sorun geliyor. İlki, Türkiye’de saha araştırmalarının nicelik ve nitelik yönünden yetersiz olduğu, sosyologların ülkenin temel toplumsal sorunlarına, değişim dönüşüm dinamiklerine gerekli ilgiyi göstermedikleri veya daha ılımlı bir ifadeyle toplumu anlamakta “her zamanki gibi” geç kaldıklarıdır. Bu konuda bir tespitte bulunabilmem son derece öznel olur. Fakat ikinci ve daha önemlisi, sosyoloğun içinde yaşadığı toplumla ilişkisinde bizzat disiplinin doğasından kaynaklı olarak ortaya çıkan çok daha esaslı bir sorun söz konusudur: En temelde bir sosyoloğun içinde yaşadığı toplumun yerleşik kodları ile tarihe, kültüre, dünyaya dair disiplin içinde edindiği müktesebat arasında kapanmaz bir uçurum oluşur. Bu kaçınılmaz bir kopuştur. Çünkü sosyoloji disiplini, taliplisine kültürün, siyasetin, dinin, hukukun veya ahlakın yerel sabiteleri aşan zamansal ve uzamsal değişkenliği ve çoğulluğu karşısında, içinde yaşadığı toplumun “kesin inançlılığına” veya “özcülüğüne” ancak tahammül etmeyi öğretebilir. Aslında bu, sosyolojik muhayyileyi mümkün kılan, sosyoloğun içinde yaşadığı toplumla arasında kurması gereken düşünsel mesafedir de. Bu mesafe, sivil toplum ve siyasal toplumun alışılmış düzeninde ve bu düzen içinde cereyan eden mücadelelerde hangi “kesin inançlar”ın devrede olduğunu, hangi tezin hangi dinî, kültürel, ahlaki, siyasal veya ideolojik motivasyona dayandığını görebilmeyi sağlar. Kuşkusuz sosyolog da bu motivasyonlardan tamamen bağımsız veya yoksun değildir. O da herkes gibi yaşamın tam içindedir. Fakat onu farklı kılan, önüne sunulan bu “bütünlüklerin” olumsal koşullarını görmeye ve göstermeye çalışmasıdır. Buna karşın, kesin inançlar dünyası o kadar güçlüdür ki, sosyolog bazen bu düşünsel mesafeyi koruyamaz ve yerleşik olana adapte olur. Dolayısıyla salgınla mücadelede anlık politika geliştirme süreçlerine dahil edilmeleri, sosyologların adeta toplumun dinsel veya ekonomik rehabilitasyonu için araçsallaştırılmaları tehlikesini beraberinde taşımaktadır. Bu ise sosyolojiyi sosyoloji olmaktan çıkarır.

Elbette her bilimsel disiplin içinde farklı teorik yaklaşımlar, epistemolojik, metodolojik yol haritaları bulunmaktadır. Fakat sosyal bilimleri, çok daha belirgin biçimde de sosyolojiyi ayrı kılan yön, bünyesindeki her bir teorinin doğrudan doğruya hayata dokunuyor olmasıdır. Örneğin yapısalcı-işlevselci, çatışmacı, sembolik etkileşimci, pozitivist veya toplumsal inşacı perspektiflerin her biriyle yaşadığımız hayat farklı biçimlerde okunabilir, birbirinden farklı öncelikler sıralaması belirlenebilir. Fakat siyasal alan değişime dirençlidir ve çoğunlukla doğruları kendisine yetmektedir. Bu karşılaşmada sosyolog için en olağan ihtimal, disiplinin engin ufkundan feragat ederek yerleşik doğruların akademik sözcüsü kıvamına bürünmesidir.

Sosyologların anlık politika geliştirme süreçlerinde neden yeri yoktur? Covid-19 ile ilgili bazı boyutları ele alalım: Salgınla mücadelede “evde kalma” kuralının herkesi eşit derecede etkilemediği aşikardır. Ekonomik faaliyetin bir anda bıçak gibi kesildiği bir ortamda milyonlarca vatandaşın karşı karşıya kaldığı geçim krizinin yansımaları derin ve uzun vadeli olacaktır. Birçok ülkede sosyal bilimcilerin neredeyse tamamı, toplumların en dezavantajlı kesimlerine dikkat çekerek salgının öncelikle ekonomiyi, bunun da topyekûn hayatı alt üst edeceği uyarısında bulunmaktadır. Acaba bu konuda Toplum Bilimleri Kurulu’ndaki sosyolog, hangi sosyal tabakalaşma teorisine dayanarak tespit ve önerilerde bulunacak, hangi kesim için konuşabilecek, yoksulluk, refah devleti, neoliberal politik ekonomi veya eşitsizliklere dair tezlerinin ne kadarını siyasal ve toplumsal sabiteler süzgecinden geçirebilecektir?

Virüsün yayılımını kontrol altında tutmaya yönelik “evde kal” tedbirinin aile kurumunu, aile içi ilişkileri etkilediği aşikardır. Bilim Kurulu’ndaki sosyolog, aile sosyolojisinin hangi teorik çerçevesine dayanarak aile içi ilişkilere, kadın-erkek rollerine, salgının aile kurumuna etkilerine dair politika önerecek, tespitlerde bulunacaktır? Türkiye’de aile yapısıyla ilgili katılaşmış sınırların ve olağan beklentilerin dışında ne söyleyebilecektir? Salgın sürecinde belki de en dikkat çekici gelişmelerden biri, teknolojinin hayatımızı ne derece sardığını, bunun da ötesinde teknolojik imkanların eski alışkanlıklarımızı unutturacak ve hatta yerinden edecek ikame gücünü fark etmemizdir. Son birkaç yıldır dünyada gerek eğitimde gerekse iş dünyasında yoğun biçimde kullanılan dijital iletişim platform ve uygulamalarının işlevselliğini keşfettiğimiz bu günlerde acaba genel olarak teknolojiye karşı şüpheci ve korumacı ön kabullerimiz ve kültürel alışkanlıklarımız değişebilecek midir?

“Sağlık hakkı”nın tüm ülke vatandaşlarına şamil kılınması ilkesinin bir meyvesi olan güçlü sağlık sistemimiz yalnızca ülke sınırları içinde kalmıyor, tecrübe aktarımı yoluyla dünyaya da açılıyor. Bu başarı, bir ülkede herkesi ve her kesimi dikkate alan, toplumun geneline yayılan politikaların ve kamu hizmetlerinin topyekûn ülkenin geleceğini nasıl belirlediğine açık bir örnektir. Acaba Toplum Bilimleri Kurulu’nda “hayat için” konuşacak sosyolog, salgınla mücadelenin tüm diğer boyutlarının da partiler, ideolojiler ve kimlikler üstü daha eşitlikçi bir perspektifle yürütülebilmesine ön ayak olabilecek midir? Bizleri salt “hayat”-“ölüm” denklemiyle yüz yüze bırakan Kovid-19 salgınında “hayat için sosyoloji” çağrısı elbette anlamlıdır. Sosyologlar halihazırda gerek başlattıkları akademik araştırmalar gerekse çevrimiçi platformlar aracılığıyla krizin boyutlarına ve Covid-19 sonrası dünyanın daha iyi anlaşılmasına dair somut tespit, öneri ve öngörüleriyle yön verici rol almış durumdadır. Fakat bu çabalar, alışkanlıkları pekiştirme veya beklentileri karşılama kaygısı güdülmediği ölçüde özgünlüğünü koruyacak, bizlere yeni imkanlar sunabilecektir. Dünyayı radikal biçimde değiştirecek görünen Covid-19 salgını ezberlerimizi gözden geçirmeyi zorunlu kılıyor. Tam da bu yüzden yalnızca sosyologlarla da sınırlı kalmayan, genel olarak sosyal bilimlerin sunacağı yeni bakış açılarına her zamankinden daha açık bir siyasal ve toplumsal atmosfere ihtiyacımız var.

Bu arada, duyurulduğu günden bu yana Toplum Bilimleri Kurulu hakkında henüz tek bir gelişme dahi kamuoyuna yansımamış olsa da salgınla mücadelenin çok boyutlu olduğu mesajını vermesi açısından bile yine de dikkate değerdir. Bununla beraber sosyologların halihazırda kendi özgür alanlarında yürüttüğü çalışmalara kulak vermenin çok daha ufuk açıcı olacağı kanaatindeyim. Nihayetinde salgının ülkemizde ilk görüldüğü andan, on binlerce vakaya vardığımız bu günlere kadar Türkiye’de gerçekten yalnızca ve yalnızca “hayat için” ne konuşulabildiyse ve ne yapılabildiyse, bir Toplum Bilimleri Kurulu üyesinin söylem ve eylem alanı da onunla sınırlı kalacaktır.

Yazımızı, kriz anlarında sosyologların ne dediğinden ziyade, çok daha geniş bir vizyonla bir ülkenin bugününe ve geleceğine sosyologların, psikologların, tarihçilerin, felsefecilerin ne katabileceğinin yanıtının arandığı, bir bütün olarak sosyal bilimlerin hak ettiği ilgiyi gördüğü günlerin umuduyla bitirelim. Yeter ki farklı olanı dinlemeye cesaret edebilelim.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir