Görüşler

Karantina, feminist iktisat ve akademi: Derinleşen eşitsizlikler

Karantina, feminist iktisat ve akademi: Derinleşen eşitsizlikler

Melis Cin “Kadınların yaşadıkları eşitsizliklere sessiz kalan yükseköğretim kurumlarının gerçek anlamda kamu yararına çalışabilmeleri için feminist kuramsalcılık ekseninde yeniden inşa edilmeleri elzem hale geldi” diyor.

Kovid-19 salgının baş göstermesinin ardından, her bir ülkenin zamanla sokağa çıkma yasağı getirmesi ve okulların kapatılarak uzaktan veya evde öğretime geçilmesi gibi gelişmelerden en çok etkilenen kesimlerden birisinin kadınlar olacağı aşikardı. Bu durum ilk başta bedensel emek gerektiren sektörlerde çalışan kadınlar olmak üzere kadın akademisyenlerin hayatlarına da zorlu değişiklikler getirdi.

Geçtiğimiz günlerde British Journal for the Philosophy of Science dergisinin editörü Elizabeth Hanon twitter hesabından yaptığı açıklamada derginin kadın yazarlardan yok denecek kadar az sayıda makale aldığını ve daha önce hiç böyle bir durumla karşılaşmadığını belirtmesiyle İngiliz akademisinde toplumsal cinsiyet, sınıf ve ırk kaynaklı eşitsizlikler tekrar gündeme geldi. Aynı şekilde Comparative Political Studies dergisinin editörlerinden David Samuels de Kovid-19 sürecinde geçen yılın nisan ayına kıyasla dergiye yüzde 25 oranında daha fazla makale gönderildiğini ama kadın yazarların makale gönderim sayılarında bir artış gözlemlenmezken erkek yazarların makale gönderimlerinde yüzde 50’lik bir artışın olduğunu vurguladı.

***

Pandeminin akademiyi ve makale üretim süreçlerini gerçek anlamda nasıl etkilediğini önümüzdeki yıllarda birbirinden farklı pek çok dergide kapsamlı analizler ışında göreceğiz. Anılan beyanlar ve ifadeler bize bir genelleme yapma imkanı vermese bile karantinayla birlikte ortaya çıkan tablo pandemi sırasında kadınların kendi araştırmalarını yazıp yayına hazırlama konusunda erkekler kadar zamanının ya da imkanının olmadığına işaret etmektedir ve giderek derinleşen bir eşitsizliğin habercisi olmaktadır.

Geçtiğimiz ay ABD, İngiltere ve Almanya’da yapılan bazı çalışmalar Kovid-19 krizi sırasında kadınların üretkenliğinin daha olumsuz etkilendiğini ve kadınların erkeklere oranla çocuk/yaşlı bakımı ve çocukların eğitimi gibi sorumlulukları daha çok üstlendiklerini göstermiştir.

***

Yıllardır, feminist felsefe ve toplumsal cinsiyet üzerine çalışan bir feminist araştırmacı olarak bu araştırma sonuçları şüphesiz benim için ve eminim bir çok okuyucu için şaşırtıcı olmamıştır. Zira, OECD 2019 istatistiklerine göre, toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümünün bir sonucu olarak, kadınlar erkeklerden daha fazla ücretsiz emek sunumunda bulunmaktadır. Bu eşitsizliğin en çok görüldüğü ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Türkiye’de erkekler günde 67.6 dakika (yaklaşık 1 saat) ücretsiz emek sunarken bu rakam kadınlar da 305 dakikadır (yaklaşık 5 saat). Bu eşitsizlikte Türkiye’ye Japonya, Kore, Yunanistan ve Portekiz gibi diğer OECD ülkeleri de eşlik ediyor. Çalışmalarımda ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı gibi hem duygusal hem de bedensel emek gerektiren işlerden dolayı çalışma hayatında olan kadınların, özellikle eğitim sektöründe yer alan kadınların deneyimlerine ulaşma fırsatı edindim. Elbette ki ev içi iktisadi faaliyetler eşitsizliklerin tek sebebi değil, ancak bu faaliyetlerin kadının yapması gereken zorunlu işler olarak görülmesi toplumda kadının zamanının ve emeğinin değersiz olduğu algısını yaratmaktadır. Bu durumun doğal bir sonucu olarak da toplumsal cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği ve kadınların mesleklerinde üst kademelere yükselmelerini engelleyen cam tavan sendromu gibi kadınları ikinci plana iten birçok pratikle karşı karşıya kalıyoruz.

***

İngiltere’de kadınların iş hayatında yaşadıkları toplumsal cinsiyete dayalı bu ücret eşitsizliğine dikkat çekmek için her yıl Eşit Ücret Günü hesaplanmaktadır. Bu sembolik bir gündür ve yukarıdaki veriler ışığında deneyim ve yapılan işten bağımsız olarak, bir erkeğin aldığı maaşı kazanabilmek için kadınların ortalama ne kadar süre çalışması gerektiğini sembolize eder. Bahsi geçen gün, geçtiğimiz yıl 14 Kasım 2019 olarak hesaplanmıştır. Bunun anlamı şudur: İngiltere’de çalışan kadın bir akademisyen olarak erkek meslektaşımla aramda olan ücret eşitsizliğinden ve farkından dolayı 14 Kasım 2019’dan sonra çalıştığım her gün benim ücretsiz emeğimi ifade etmekteydi.

***

Aslı Vatansever ve Meral Gezici Yalçın’ın 2016 yılında yayınladıkları kitap bu eşitsizliğin Türkiye içinde geçerli olduğunu çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Araştırma, Türkiye’deki akademisyenlerin nasıl vasıfsız bir işçiye dönüştüklerini gözler önüne sermekle birlikte özel üniversitelerde çok düşük ücretlerle prekarya olarak çalışan ve mobbing (taciz) gören bir çok kadın akademisyenin yaşadıklarını da özetliyor. Kaldı ki bu durum, henüz akademik kariyerinin başında olan sözleşmeli, yarı-zamanlı ve ders başı saatlik ücret alarak çalışan birçok genç meslektaşımız için çok daha zor süreçler içeriyor.

***

Karantina sürecinde özellikle İngiltere ve ABD üniversitelerinde sözleşmelerin feshedilmesiyle ve üretim eşitsizliklerinin baş göstermesiyle, zaten süregelen eşitsizliklerin daha da derinleşeceği ve bundan en çok etkilenen grupların başında kadınların geleceği neredeyse normal bir olgu olarak öngörülmüştür. Bu durum kısa süre önce İngiltere’nin Guardian gazetesinde çıkan bir yazıda birçok akademisyenin verdiği ortak beyanlar ile de vurgulandı. Hatta bu süreçte üniversitelerde korona krizinin nasıl yönetileceğine ilişkin planlar kapsamında ileriye dönük finansal istikrar raporları hazırlanırken ve olası bir krizde öncelikli olarak kimlerin işten çıkarılacağı hesaplanırken kadınların erkeklere oranla daha fazla sıfır saat sözleşmeli (zero hours contract) olarak çalıştığı gözardı edilmektedir.

Eşitliği, sunulan şartlarda ya da fırsatlarda değil, o fırsatların ne ölçüde kullanılabilir olduğuna ve ortaya koyduğu sonuçlara odaklanarak anlayabiliriz. 1998 yılının Ekonomi Nobel Ödüllü Amartya Sen’in insan refahına ve kalkınma yaklaşımlarına alternatif normatif bir teori olarak geliştirdiği insan onuru ve sosyal adalet fikirlerine dayanan Yapabilirlik Yaklaşımı’nda sorduğu “Neyin eşitliği?” sorusunu Martha Nussbaum’ın (2000) çizdiği feminist çerçeveden düşünürsek, esas tartışılması gereken hak eşitliği anlayışının ötesinde, imkanların ve özgürlük alanlarının ne derecede toplumsal cinsiyet eşitliğine hizmet edeceği hususudur.

***

Bu tartışmayı Rahime Süleymanoğlu-Kürüm ile basım aşamasında olan toplumsal cinsiyet politikalarını irdelediğimiz kitabımızda (Feminist Framing of Europeanisation: Gender Equality Policies in Turkey and the EU, Palgrave Macmillan, 2020) şöyle özetliyoruz: Kadına emek gücü piyasasında daha fazla iş fırsatı sağlamak veya karar verme pozisyonlarındaki kotalarını artırmak, kadının toplumsal algı nezdinde bakım ve ev işleri gibi ücretsiz emeğini tanıyan uygulamalar ve düzenlemelerle desteklenmediği sürece yeterli olmayacaktır. Kadın, toplumsal olarak yeniden üretim gerektiren emek için kendisini iş gücü piyasasından alıkoyduğunda veya çektiğinde, “kadın tarafından doldurulmayan” pozisyonlara erkek girmektedir. Aslında birçok eşitsizliğin sebebi kadına sunulan ‘eşit’ fırsatları kadının değerlendir(e)memesinden değil, bu fırsatların kadın ve erkek için farklı sonuçlar getireceğinin hesaplanmaması ve kadının kendisine atfedilen görünmeyen rollerden bağımsız olarak düşünülmesinden kaynaklanmaktadır.

***

Son olarak, karantina sürecinde ortaya çıkan ‘üretim’ eşitsizliği aslında feminist iktisatçıların yıllardır vurguladığı anaakım iktisat anlayışlarında çok da tanınmayan yeniden üretim faaliyetleri ve görünmeyen kadın emeğinin yarattığı bir sosyal adalet sorunudur. Sağ populist iktidarların söylem ve politikalarıyla toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin (anti-gender movement) yükseldiği Avrupa’da, kadına eşit saygı ve haysiyet kazandırabilecek özgürlükler feminist hareketin yanı sıra toplumları en iyi şekilde kalkındırmayı, demokratik ve temel insani değerleri kazandırmayı amaçlayan üniversitelerin de sorumluluğundadır. Fakat görüyoruz ki, kadınların yaşadıkları eşitsizliklere sessiz kalan ve bunları farklı şekilde üretilmesine katkıda bulunan yükseköğretim kurumlarının gerçek anlamda kamu yararına çalışabilmeleri için feminist kuramsalcılık ekseninde yeniden inşa edilmeleri hiç olmadığı kadar elzem bir hale gelmiştir.

KİMDİR?

Yüksek Lisans Derecesini University of Dublin, Trinity College’da Eğitim Sosyolojisi alanında almıştır ve doktora derecesini University of Nottingham’da Toplumsal Cinsiyet, Uluslararası Kalkınma ve Eğitim üzerine tamamlamıştır. Feminizm, Toplumsal Cinsiyet, Kalkınma, Barış Eğitimi ve Katılımcı Sanat (Participatory Arts) yaklaşımları üzerine çalışan Cin, İngiltere’de Lancaster Üniversitesi’nde Sosyal Adalet ve Eğitim bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Gender Justice, Equality and Education: Creating Capabilities for Girls’ and Women’s Development (Palgrave, 2017); Capabilities, Youth, Gender: Rethinking Opportunities and Agency from a Human development Perspective (Aurora Lopez-Fogues ile, Routledge, 2018); ve Feminist Theorisation of Europeanisation: Gender Equality Policies in Turkey and the EU (Rahime Süleymanoğlu-Kürüm ile, Palgrave, 2020) isimli kitapları bulunmaktadır.


YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir