Görüşler

Düşünceyi değersizleştirmenin bir yolu telife değer vermemek

Düşünceyi değersizleştirmenin bir yolu telife değer vermemek

‘Kavga Günleri’ kitabının yazarı A. Yağmur Tunalı telifin önemini “Telifin temel haklar arasında yükseltici rolü de ihmal edilemez. Kültüre-sanata verdiğiniz değer kadar değerlenirsiniz. İlerlemenin yolu da buradan geçer” sözleriyle vurguluyor.

Öztuna, çok yönlü bir aydındı. Memleket ve dünya meselelerinde fikir söylemekten geri durması mümkün değildi. Sosyal bilimlere gereken değerin verilmeyişi büyük derdiydi. Kültür ve sanat meselelerine ilginin dar alanda kalışı ve topluma yayılmamasının sebepleri üzerinde çok dururdu. Ona göre Türkiye’de gerilik varsa buydu ve bundandı. Telif meselesini merkeze koymasının önemi de buradadır. Telif bir göstergedir. Fikre, düşünceye, sanata-yaratıcılığa önem vermeme geriliğinin göstergesidir.

Konunun akçeyle ilişkilendirilmesi bazılarına garip gelebilir. Öztuna’nın bakışını maddeye indirgemek anlaşılmasını önlemekle kalmaz, türlü yaftalamaların yolunu da açar. Anafikrin gerekçesini önden söyleyerek konuyu açmaya başlayalım: Bu memlekette fikrin değerini kafalara yerleştirmek için, yazıdan ve fikirden geçinenlerin olması lazım. Başka türlü bir yere varamayız. Adam sizden konferans istiyor, aklına para gelmiyor. Yazı istiyor, lütfediyormuş gibi bir edada size geliyor. Hatta kitap istiyor, paradan bahsetmiyor. Bu toplumda düşünceye, fikre, yaratıcılığa değer nasıl yerleşsin?

NE VERECEKSİNİZ?

Bir Türk aydını sıfatıyla, hayatında en çok uğraştığı konulardan biri budur. Kendisiyle ilgili ise gayet nettir. Bir yazı mı istediniz, hemen sorar: “ Ne vereceksiniz?” Bir konuşma mı istediniz, bir kitap mı sipariş edeceksiniz veya bir eserini basacak veya kullanacak mısınız.. hemen sorar: “Ne vereceksiniz?” Bu tarza alışılmış değildir. Muhatapları şaşırır, duralar ve ekseriya hiddetleneceği bir cevap gelir. “Efendim, onu düşünmedik”, “Bir bakalım konuşuruz”.. gibi sözler onun tam da üzerine yürüyeceği karşılıklardır.

Derhal müdahale eder. “Lütfen konuştuğunuz zaman görüşelim” der ve oradan ayrılır. Abartısız, böyle yüzlerce olay yaşanmıştır. Zaman zaman hatırlar ve hatırlatılırsa canı yanar ve konuşur: “Adama bak sen! Benim beynimi sağacak ve üstelik bunu hak bilecek. Beni konuşturacakmış. Yazarsam lütfedip yayınlayacakmış. Be adam, sen bakkaldan sigara alırken ne yapıyorsun? Çıkarıp parasını veriyorsun. Benim beynimin o kadar da değeri yok mu? Sen kim oluyor da beni yağmalamaya kalkışıyorsun?” Bu sözlerle de bitmez. Hiddeti bir süre devam eder.

BEYİN SAĞICILIK ÖRNEĞİ

Dostları, yakınları bu durumların yaşandığını çok dinlemişlerdir. Bizzat şahit olunanlar da vardır. Ahmet Nezihi Turan anlatıyor: “Zaman zaman yayıncılar eserlerini basma talebinde bulunmak üzere otele(Öztuna Meclisi’nin toplandığı otele) gelirdi. Onlarla lobide görüşürdü. Bir defasında böyle bir görüşmeye tesadüf ettim. Gelmemi isteyince gidip oturdum yanına. Temsilciler onun büyük bir yazar oluşundan, binlerce gencin yazdığı eserlerle yetiştiğinden, şu veya bu kitabını basmak istediklerinden dem vuruyor, lafı uzatıyorlardı. “Bana ne vereceksiniz?” diye sordu. Aynı lafları tekrarlamaya başladılar. Kesti ve “Efendim bırakınız bu palavraları, bana ne vereceksiniz?” dedi. Tekrar benzer lakırdılar. “Efendim bırakınız bu palavraları!”

Görüşme sonuçsuz kalmıştı. Onlar gittikten sonra bana döndü ve “Nezihi Bey, ben kaba bir adam değildim, terbiyem işte böyle adamlar yüzünden bozuldu.” dedi. Konuşmaya şahit olmamı istediğini sanıyorum. Benzer durumlar yaşarsam aldatılmamı istemiyordu.”

Kime nerede nasıl davranılacağını bilmek bakımından da önemli bir örnektir. Öztuna hakikaten tam bir “Beyefendi”ydi. Bu sözlerin herkesten çok ona acı verdiği kesindir. Hayatı bu tür mücadelelerle de geçmiştir. Hayat Müessesesi’nde yüksek maaşlarla ve teliflerle çalışan bir yazar sıfatıyla kafa emeğinin hakkını vermek isterdi. Kendisi almış ve yönetici olarak da vermiştir. Esasen gelenek görenek de buydu. Daha eskilere, mesenliğe, himaye anlayışlarının geçerli olduğu klasik dönemlere gitmeyelim. Gazete ve dergilerin yayınlanmaya başladığı 1860’lardan itibaren yazana telif ödenir. Bizde eskiden telif son elli yıla kadar tabii idi. Bir dergide bir şiiriniz, bir yazınız, bir resminiz, bir deseniniz yayınlanıyorsa mutlaka bir ödeme yapılırdı. 1950’ler Türkiyesine kadar tam olarak böyledir. O fakir Türkiye’de ilme ve sanata değer yeter derecede değilse de eğer bir yerde kullanıyorsanız bu seviyededir.

‘HAVUÇLU PİLAV HİKAYESİ’

Tarık Buğra’nın Oğlumuz’dan sonraki hikâyesinin yayını bu konuda çok şaşırtıcı bir örnektir. Gerçi Oğlumuz da onu bir aylık olsun geçim sıkıntısından kurtaracak kadar ilgi görmüştür. Bu hususlar, A. Yağmur Tunalı’ya verdiği mülakatta, şimdi okuyacağınız satırların devamındadır. Tarık Buğra’nın hikâyesine bir dergide yayınlanınca ödenen telif bugün için hayal edilemeyecek bir rakamdır. Şöyle diyor: “Hani çerçeveletilen, harcanmayan paralar vardır... Ben de, eğer çoraplarım olsaydı... Eğer Şehzâdebaşı kebapçılarının ızgara kokuları burnumu sızlatmasaydı... Eğer borç aramaktaki küçülüş beni canımdan bezdirmeseydi, Ortaç’ın Havuçlu Pilâv Meselesi için verdiği on beş lirayı çerçeveletir, çalışma masamın karşısına asardım. On beş lira deyip geçmeyin... Hey zaman, hey... 1948’de on beş lira ile on beş gün bey gibi geçinebilirdiniz. Muallim muavinliğinden aldığım aylık on yedi buçuk lira idi. Ve Varlık dergisi, hikâye kralı Sait Faik’e hikâye başına yedi buçuk lira ödüyordu.”

(Devler Geçti Bu Yollardan, 72. S.)

O günlerden bugünlere nelerin değiştiğine dikkat etmek gerektiği açık. Türkiye o yoksullukta değil. Fakat fikir yoksulluğu bakımından bulunduğu yer düşünceye, düşünene, eser verene verdiği değere göre belli. Hâlbuki kültür olmadan bir yere varılamaz. Ekonomi de, teknoloji de önünde sonunda kültürle ayakta durur. Düşünenlerin yaratıcılığı bir türlü de değil, her türlü ödüllendirilmezse çorak bir iklim doğar. Yaşadığımız darlığın sebebini böyle de anlamak mümkün.

ÖZTUNA’YA DÖNERSEK…

Öztuna’nın telifi, düşünen insan değerinin işareti görmesi fikrî hakların teslimi ve çiğnenmemesi için verdiği bir mücadele olarak anlaşılmalı. Daha ileri gidilebilir: Bir hakkı görmeyen başka hakları da görmeme yoluna girmiş demektir. Zincirleme bir bozulmaya yol açar. Düşünce en zor iştir. Bilgi kolay edinilemez ve kolay kullanılamaz. Onu işleyecek kafalar lazımdır. Telif hakkı denen bu zeminin sonucudur. Böyle bir hakka uyulmamasının başka hakların da dikkate alınmamasını getireceği ve dolayısıyla adalet duygusunun kaybolacağı tabiîdir. Bu konu üzerinde hassasiyete durmak gerek.

Örnek çok demiştim. Öztuna’nın telif hassasiyetine dair benim yaşadığım örnekler de çok. Biri, kitapta ayrı bir başlık altında verilecek televizyon programıyla ilgilidir. Onun telifle ilgili bölümü bildiğimiz Öztuna tavrının net ifade edildiği örneklerden bir örnektir.

1999, Osmanlı’nın kuruluşunun 700. yılıdır. Çeşitli kutlamalar yapılacaktır. Bu faaliyetler arasında, Osmanlı’nın itibarını iade eden tarihçi sıfatıyla Öztuna ile de bir program yapılmasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel TRT Genel Müdürü’ne söyler. O da Ankara Televizyon Müdürü’ne talimat verir. Öztuna ile Büyük Ankara Oteli’nde Salı toplantısı sırasında bir başka masaya geçip konuşulacaktır. A. Yağmur Tunalı, Ankara Televizyon Müdürü Gürkan Elçi’ye, görüşmeyle ilgili bazı ipuçları verir: “ Telif konusunda hassastır. Sana ilk soracağı ‘Ne vereceksiniz?’ sorusudur. Bunu duyunca şaşırma! Hazırlıklı gel!” der.
Görüşmede Tunalı da vardır. Öztuna, program teklifini dinledikten sonra, “Yaparız efendim. Yalnız ne vereceksiniz?” der. Tv Müdürü, bu soruyla karşılaşacağını bildiği halde şaşırır.

Soru gayet nettir: “Ne vereceksiniz?” Rakam duymak ister. Sonunda ikinci bir görüşmeye ihtiyaç duyulur. Bir hafta sonraki üçlü görüşmede Öztuna’nın söylediği mütevazı rakam Genel Müdür’e onaya gider ve kabul edilir. “Mütevazı” diyorum, çünkü o sırada haftada bir, tek başına konuşarak program yapan Attila İlhan’ın aldığı rakam Öztuna’nın istediğinin iki katıdır. Buradan anlaşılacak bir başka husus da bu rakam farkından çıkıyor. Devlet televizyonuna konuşmak için fazla bir ücret istememiştir. Daha sonra programın yapımcılığı da sunucusu Tunalı’ya geçince, rakamın hiç olmazsa İlhan’ın aldığıyla eşitlenmesi için Genel Müdüre bir olur sunulmuş ve imzalanmıştır.

TELİF GÖZETMEDİĞİ ÖRNEKLER

Bu bir örnektir. Başka örnekler de vardır. Telif gözetmediği örnekler de az değildir. Birincisi, bazı dernek, vakıf ve kurumların konferanslarıdır. Özellikle dostlarının talebiyle kabul edilmişlerdir. Bir diğeri, Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı’nın açılışı ve devamındadır. Sadece kendisi de değil, ömürlerince hasretini çektikleri konservatuvarı açınca iki arkadaşıyla beraber aynı davranışı göstermişlerdir. Öztuna, Nevzat Atlığ ve Ercüment Berker, gerek konservatuvar yönetim kurulu üyelikleri, gerek devlet korosu yönetim kurulu üyeliklerinden dolayı hiç bir şekilde para almadılar. Ankara’dan her hafta İstanbul’a gidiş gelişlerde uçak bedellerini bile kendisi ödemiştir. Konservatuvardan aldığı ders ücreti, uçak paralarını karşılamaktan uzaktı. Bu, o ve arkadaşları için bin bir zorlukla girişilen böyle bir hizmetti.

Dostlarına ısrarla, vasiyet gibi ettiği sözler arasında telif konusunda dikkat çekmeleri vardır. Fikir namusu meselesidir. Yaratıcılığın bulunmaz değerini anlatmanın bir yolu da yazdığından kazanmak, konuştuğundan gelir elde etmekten geçer. Bu memlekette hak hukuk gözetmenin yolunu açacak değilse de, perçinleşmesini sağlayacak budur. Şayet birisinden bir fikir soruyorsanız, hemen bedelini yatıracaksınız. Bir yazı, bir kitap istiyorsanız ilk yapacağınız iş yazana yazdığının karşılığı sayılmayacak olsa da bir telif bedeli düşünmektir.

Bugün modern dünyada telif hassasiyetle gözetilen bir haktır. Batı’da kalemiyle geçinenlerin bolluğu bundan dolayıdır. Yayınlanacak kitapların telif bedeli önemli bir maliyet kalemidir. Üzerindeki fiyattan belli bir yüzde verilmesi halinde bile yüksektir. Dergide, gazetede yazı yazmanın getirisi yüksektir. Onun için sadece çok satanlar değil, belli seviyedeki eserler de bizdekine göre kıyaslanamayacak gelir getirir.

Telifin temel haklar arasında yükseltici rolü de ihmal edilemez. Kültüre-sanata verdiğiniz değer kadar değerlenirsiniz. İlerlemenin yolu da buradan geçer. Telifi doğrudan doğruya medeniyet göstergesi, ölçüsü ve ölçeği görenlere de kolayına itiraz edilemez.(*)
(*) Türk Kültürüne Hizmet Vakfı Yüzüncü Yıl Biyografi dizisi içinde yayınlanacak YILMAZ ÖZTUNA kitabından.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir